22 Temmuz 2012 Pazar

...çünkü, bence Woody Allen Türkmüş.



Şimdi, aşağıda "Yan Etkiler" kitabından "Özür Diliyorum" yazısını paylaşacağım. Neden böyle düşündüğümü anlayacaksınız bence.

Gelmiş geçmiş ünlü kişiler arasında en çok Sokrates'le tanışmak isterdim. Sadece çok büyük bir düşünür olduğu için değil... Benim de zaman zaman Çok derin saptamalarIm oluyor, genellikle bir isveç havayolu hostesi ve kelepçeler ekseninde dönse de. Antik Yunanlıların bu en bilgesinin beni kendisine çeken tarafı, ölüm karşısındaki cesaretidir. Kararı, ilkelerinden vazgeçmek yerine, bir şeyleri kanıtlamak için canını vermektir. Konu ölüm olunca ben bu kadar korkusuz olamıyorum. Geri tepen bir araba egzozu gibi beklenmedik bir ses duyduğumda, karşımdakinin kollarına atıveririm kendimi. Sonuçta Sokrates'in cesur ölümü, onun hayatına biricik bir anlam kattı; işte benim varliğim da tümüyle eksik olan budur, vergi dairesinin bana verdiği önemi saymazsanız. Kendimi bu büyük filozofun yerine koymaya çalıstığımı, ama bunu ne zaman denesem, uykuya dalıp asağıdaki rüyayı gördüğümü itiraf etmeliyim:

(Sahne, hapishane hücrem. Genellikle yalnız oturuyorum ve bir nesne aynı zamanda fırın temizlemekte kullanılabiliyorsa sanat eseri sayılabilir mi gibi çok derin konularda tefekküre dalıyorum. O an Agathon ve Simmias ziyaretime geliyorlar.)

Araya giriyorum 2 sn;
Agathon'u 'A', Simmias'ı 'S' ve Allen'ı 'W' yazıyorum.
Hikayeye devam...

A: Ey sevgili dostum ve ulu bilge; nasıl gidiyor tecrit günlerin?
W: Tecrit hakkında ne söylenebilir ki A? Yalnız bedenim kapatılabilir bir hücreye; o duvar, duvarınız, vız gelir zihnime, vız! O halde var mıdır tecrit diye bir şey?
A: Yürüyüşe çıkmak istesen ne olacak?
W: Güzel soru. Çıkamam.

(Üçümüz, rolyeflerde sık görülen klasik pozlarda oturuyoruz. Sonunda A konusuyor.)

A: Haberler kötü. İdama mahküm edildin.
W: Senato'da münakaşaya yol açtığıma üzüldüm.
A: Oybirliğiyle.
W: Yapma yahu...
A: İlk oylamada.
W: İki ellerini birden kaldırmıştır şerefsizler.
S: Senato, ütopik devlet fikirlerini büyük öfkeyle karşıladı.
W: Egemen filozof krallar olması gerektiğini hiç öne sürmemeliydim herhalde.
S: O neyse de, kendini işaret edip öhö öhö demen çok dikkat çekti.
W: Ama ben cellatlarımı kötü insanlar olarak görmüyorum.
A: Ben de.
W: Ha... peki madem. Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış iyilik değildir de nedir?
A: Nasıl yani?
W: Şöyle düşün: bir adam çok güzel bir şarkı söylerse, mest olursun. Hiç aralıksız söylerse, başına ağrılar girer.
A: Doğru.
W: Hele de susmamaya kararlıysa, sonunda adamı gırtlaklamak istersin.
A: Kesinlikle dogru.
W: İnfaz ne zaman?
A: Saat kaç oldu?
W: Bugün mü be?
A: Hücre lazımmış.
W: Alsınlar o zaman! Alsınlar canımı! Herkes bilsin ki, hakikate sırt dönüp insanın soru sorma hakkından caymak yerine, canımı veririm ben. Ağlama A.
A: Ağlamıyorum, alerjim var.
W: Fikir adamı için ölüm son değil, başlangıçtır.
S: O nasıl oluyor?
W: Dur çıkaracağım şimdi.
S: Acele etme.
W: S, insanın doğumundan önce var olmadiği kesindir, değil mi?
S: Öyle.
W: İnsan ölümünden sonra da var olmamaktadır.
S: Eee?
W: Dur yahu, kafam karıştı. Ancak kuzu eti veriyorlar burada, onu da adam gibi pişirmiyorlar.
S: İnsanlarin çoğu, ölümu kesin son gibi görür ve bu yüzden ondan korkar.
W: Ölüm, bir varlıksızlık halidir. Varlığı olmayan şey, yoktur. Dolayısıyla ölüm de yoktur. Yalnız hakikat vardır. Hakikat ve güzellik. Bunlar birbirlerinin yerini alabilir ve birbirlerinin suretlerinden ibarettir. Nasıl bir infaz düşünüyorlarmış?
A: Baldıran.
W: (Şaşkın) Baldıran mı?
A: Hani senin mermer masayı delip geçen kara sıvı vardı ya...
W: Ciddi misin?
A: Bir fincancık. Döker saçarsın diye kazan yedekte duracak.
W: Acı çektiriyor mudur acaba?
A: Fazla tepinmemeni rica ettiler. Diğer mahkumların sinirleri bozuluyormus.
W: Hmm...
A: Ben herkese, ilkelerinden odun vermek yerine ölüme cesurca yürüyeceğini söyledim.
W: Yürümek mi? Yahu peki sürgün mürgün diyen olmadı mı?
A: Sürgüne geçen yıl son verildi. Dosya tutmaya tahammulleri yokmuş.
W: Onlar da haklı be... (bunalmış ve kafası karışmıstır ama metin görünmeye çalışır.) Ee, şey... Peki... Daha daha nasılsınız?
A: Gecende Pisagor'u gördüm. Hipokümes mi ne, bir şeyler anlattı.
W: Ya, ya... (Metinmiş gibi davranmayı ansızın bırakır.) Bak oğlum, açık konuşacağım. Ölmek istemiyorum! Çok gencim daha!
A: Ama hakikat için ölme fırsatı eline geçti!
W: Hayır yanlış anlamayın, hakikate canım feda. Gel gör ki, önümüzdeki hafta Sparta'da bir yemek daveti var. Kesin gitmem lazım. Hesaplar da benden bu sefer. Spartalılar sinirli adamlardır, bir tatsızlık çıkmasın.
S: En bilge filozofumuz, korkağın teki mi?
W: Korkak değilim, kahraman da değilim. Arada bir yerdeyim.
S: Kıvranan bir böcek.
W: Eh işte, aşaği yukarı.
A: Ama ölümün olmadiğını kanıtlayan sendin.
W: Yahu benim kanıtlamadığım şey mi var? Çorba parası nereden çıkıyor dersin? Böyle kuramcıklar, gözlemcikler... ara sıra sivri bir laf. Aklıma eserse aforizmalar... Zeytin toplamaktan iyi kesinlikle de, o kadar kaptırmamak gerek.
A: Ama ruhun ölümsüz olduğunu defalarca kanıtladın.
W: Öyle zaten! Kağıt üstünde. Bak, felsefenin sıkıntısı da bu zaten. Gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki bunlar?
S: Peki ya bitimsiz "biçimler"? Her nesnenin her zaman var olduğunu ve hep var olacağını söyledin.
W: Abi büyük nesneler diyordum. Heykeller falan. İnsanlarda biraz farklı.
A: Peki ya uykunun ölümle bir olduğuna dair sözlerin?
W: Bir olmaya bir de, insan öldükten sonra, biri "kalkın, sabah oldu!" diye ünlediğinde terliklerini bulması zor oluyor.

(Cellat, elinde bir fincan baldıranla girer. Yüzü, İrlandalı komedyen Spike Milligan'a çok benzemektedir.)

Cellat: Efendiiim, zehir kimeydi?
A: (Bana işaret ederek.) Arkadaşın.
W: Uf, amma büyükmüş. Duman çıkması normal mi?
Cellat: Evet. Hepsi de bitecek. Zehri dibinde oluyor genelde.
W: (Burada davranışım, Sokrates'inkinden çok farklı oluyor ve rüyamda çığlık attığımı soylüyorlar.) Hayır, içmeyeceğim! Ölmek istemiyorum! İmdat! Hayır! Yardım edin!

(İğrenç yakarışlarım arasında bana fokurdayan baldırani veriyor. Tam çarem kalmadi dediğim yerde hayatta kalma içgüdüm devreye giriyor ve işler tersine dönüveriyor. Bir ulak girer.)

Ulak: Durdurun infazı! Senato tekrar oyladı! Beraat ettin. Kıymetin tekrar değerlendirildi ve idam yerine taltif edilmene karar verildi.
W: Nihayet! Nihayet! Akılları başlarına geldi. Özgürüm be, özgür! Bir de madalya takacaklar. A, S, kapın valizlerimi. Hemen çıkalım. Praxiteles büstüme bir an önce başlamak ister. Ama ayrılmadan önce bir mesel anlatacağım.
S: Amma döndüler be... yaptıklarının farkındalar mı acaba?
W: Karanlık bir mağarada birkaç insan yaşar. Dışarıda güneş olduğunu bilmezler. Tek gördükleri ışık, oradan oraya yürürken yanlarında taşıdıkları mumların titrek alevidir.
A: Mumu nereden bulmuşlar?
W: Varmış yanlarında diyelim.
A: Mağarada yaşıyorlar ama mumları var. Pek akla yatkın değil.
W: Şimdi karıştırmasan olmaz mı?
A: Tamam ama sadede gel.
W: Derken bir gün, mağaradakilerden biri dışarı çıkar ve dış dünyayı görür.
S: Tüm berraklığıyla.
A: Diğerlerine anlatmaya calışır ama ona inanmazlar.
W: Hayır. Onlara anlatmaz.
A: Anlatmaz mı?
W: Hayır, bir kasap dükkanı açar, bir dansözle evlenir ve kırk iki yaşında beyin kanamasından ölür.

(Beni kıskıvrak yakalayıp baldıranı ağzıma dökerler. Bu noktada ter içinde uyanırım ve ancak yumurtayla füme somon yedikten sonra kendime gelebilirim.)